Eğitim nedir? Doğal gelişen bir süreç mi? Yoksa Baştan sona planlanması gereken bir olgu mu?
Binlerce düşünür, yüzlerce deha, dünyaya getirilmiş insanlık mirasının tamamını kapsayan eğitimin tam olarak nasıl olarak gelişim kaydedeceğini ve hangi yoldan tatbik edilmesi gerektiğini yüzyıllardır tartışıp duruyor.
Mesela Aristoteles gençlerin derinlemesine düşünmeden, duygularıyla hareket etmeye meyilli olduğunu düşünür. Ona göre zihni gelişimin aceleye gelir bir yanı yoktur. Bir insanın zihni olgunluğunu, bedenin 37 yaşındaki olgunluğundan farklı olarak ancak 50’li yaşlarındayken kendini gösterir. Yani genç insan ahlaki açıdan kusursuz olamaz. Tercihlerini doğru biçimde kurgulayabilmesi için doğru yönlendirilmeleri gerekir. Ancak Aristo günümüzün hız karmaşasını ve bilgi enflasyonunu hesaba katmamış olabilir. Daha önemlisi günümüzde onların değer verdikleri anlamda bir ilerleme gerçekleşmiyor.
Sonra bir bakıyoruz ortada savrulan yığınlar.
Matematikten hiç hoşlanmadığı halde mühendislik okumak arzusu taşıyan bir grup genç ile tanışmıştım. Bir matrisin determinantını almaları için önce dört işlemden başlamaları gerekiyordu ama daha bırakın mühendislik hesaplarını, uyandıkları güne nereden başlamak gerektiğini bilecek kadar hayat bilgisine bile sahip olamamışlardı. Birde bu arkadaşlara gelecek hedefi olarak okumak istediklerini sandıkları bölümlerin yabancı dilde eğitim veren fakülteleri dayatılıyordu ki aslında zaman zaman zaten kavramları algılamakta zorlanan insanların kendi dilinde dahi öğrenmekte zorlandığı dersleri bir de daha öğrenemediği başka bir dilde anlaması ağır bil akıl tutulmasıyla birlikte çocukların zekâlarını seyreltiyor. Doğrusal yerine lineer denklem dediğiniz zaman denklemden tiksinmiş bünyelere birde yabancılaşma giriyor ki hiç çözemiyorsunuz.
‘’Ha gayret oku, lise bitsin üniversiteye kapağı atınca zaten biter.’’ diye aileler tarafından gazlanan genç dimağların, adı üstünde orta seviye eğitimde zorlanırken yükseköğrenime kapağı atınca her şeyin kolaylaşacağına inandırılması daha acı geliyor bazen. Daha hormonlarını zapt etmekte güçlük çeken insan adaylarının akademik eğitimde ne kadar verimli olacağını tam olarak anlamakta mümkün değil zaten.
Y kuşağından olanlar, hafta sonu televizyon kanallarının sinema kuşaklarını heyecanla takip ederken, birden korsan cd devri girince… dvd nedir anlamaya çalışmadan sinema çekimli filmleri reklamdan sansürden yıldığımız televizyona hemen tercih etti. Bunu lüks zanneden neslimize göre bu dönemin gençliği, ellerindeki teknik imkânları kullanım açısından büyüleyici bir performans sergiliyorlar. Gps teknolojisi yok iken sokak aralarında, bodrum katlarında, teras aralarında yuvalanan korsan cd tezgâhlarının koordinatlarını bulabilen bizlere göre yeni kuşak, yüksek kalite olmayan videolara burun çeviriyorlar yerlerinden bile kalkmadan. Çarpım tablosunu ezbere bilmekten aciz beyinlerin 720p yüksek kalite olmayan videoyu ayırt etmesi, izlememesi hayli garip geliyor.
Ancak öğrenme güdülerini iyice kaybettiklerini görüyorum. Hazır gıda ve hazır bilgi. Eğitim meselesini internetten video seyretmek, hazır makalelerin bulunduğu sitelerden kopyala yapıştır şeklinde her şeye ulaşabilir olduğunu zannetmek içine düştükleri teknik imkânların hangi işe dahi yaradığını algılamadan sadece tüketir hale gelmelerine sebep oluyor.
Tabi ki gençlerin ‘’bizim zamanımızda…’’ şeklinde nostaljik betimlemelerle başlayan cümlelerle boğulmalarını doğru bulmuyorum. Yalnız onların zamanı dolduğunda alttan gelen nesillerin hani koşullarla sınanacağı ve bu hazıra alıştırılmış çağın çocuklarının bu dönemle nasıl başa çıkacağını izlemek çok enteresan olacak.