İnsanoğlu yerleşik hayata geçene kadar kendi türünden olanlarla kurduğu ilişkiler açısından çokta karmaşık olmayan içgüdülerini takip etmiş olsa gerek. Korkuları, açlığı ya da herhangi bir temel gereksinimi dışında şiddete başvurmuş mudur veya kendini korumaya çalışmış mıdır? Bilmem. Ancak ilk olarak bulunduğu yerde sabit kalma isteği duyarak ‘’Bu bölge benimdir arkadaş! ‘’ diyerek kendine mekân edinmesinden sonra isteyerek veya istemeyerek kendisine komşu olmuş ilk diğer yerleşik hayata geçmiş kişiyle karşılıklı olarak birbirine sinir olma duygusunu keşfettiler.
Tapu ve kadastroya kayıtlı olmayan emlak vergisiz arazileri fütursuzca kullanan bu ilk yerleşikler sınır kavramından bir haber olmasına rağmen ‘’Bu benim bölgeme neden böyle baktı? ‘’ gibi sorulardan tutunda ‘’Bu benim sınır taşımı iki adım ilerimi çekmiş? Sinir şey. ‘’ diye düşünüp sinir olmaya devam etmişlerdi. Birbirlerine sinir olmaya devam ederlerken birden aynı anda onları sinir eden başka yerleşiklerin farkına varıp, birlikte bu yeni yerleşiklere sinir olmaya başladılar.
Aslında ilk yerleşik komşular birbirlerine sinir olmaya da devam ediyorlardı ama diğerleri daha sinir yaratıklar olsa gerekti. Zamanla bulundukları bölgeye alışan yerleşikler birbirlerine karşılıklı olarak sinir olup aşağı tarafta kalan grup yukarıdakilere, yukarıdakiler ise aşağıdakilere sinir olmayı sürdürdüler. Şimdilerde köy olarak isim verdiğimiz bu ilk yerleşim birimini kuran kişiler mevcut bölgelerine yakın bir bölgede kurulduğunu fark ettikleri başka bir köye ‘’Vay efendim önce biz yerleşikleşmiştik siz bizden özendiniz demi yerleşikleştiniz?’’ diyerek toplu halde yeni yerleşiklerin köyüne sinir olmaya başladılar. Tabi ki sonradan yerleşikleşen yeni köyün sakinleri eski köye çoktan sinir olmaya başlamıştı bile.
Zaman geçiyor daha fazla kişi kendine bir bölge seçerek yerleşik hayata geçiyordu. Yeni komşuluklardan yeni köylere, yeni kurulan köylerden kasabalara gelinmiş. Karşılıklı sinir katsayısı da giderek tırmanmıştı. İnsanlık geliştikçe değişti, yerleştikçe gelişti şehirler kurdu. Sinirlerine hâkim olamayanlar ve hatta diğerleriyle savaşacak kadar çok sinir olanlar bile çıktı. Yerleşilmiş yerlerini değiştirenler, yerleşeni yerinden edenler, ilk yerleştiği yeri kaybedip geri dönmek isteyenler hep sinirden sinire koştular. Kendisine daha az sinir olan şehirlerle beraber daha çok sinir oldukları şehirlere seferler düzenlediler. Şehirler gruplaşarak karşı guruplara sinir olacak sebepler üretti ve karşılıklı sinir olunan bir sinir küresi halinde günümüze kadar geldi gezegen.
Şimdi artık ilk yerleşmenin başladığı dönemde şehir sayılabilecek kadar insanın bir arada yaşadığı toplu konutlarda her evde oturan alt, üst veya yan komşusuna, aşağı mahalle yukarı mahalleye, köyler komşusu olduğu diğer köylere sonra ilçeler komşu ilçelerine, iller illere ülkeler ülkelere ve sebepli sebepsiz tüm topluluklar diğer guruplara sinir oluyor. Kıl kapıyor, uyuz oluyor, fıtık oluyor vs. Hatta imkân bulursak başka gezegenlerde zeki yaşam formları çıksa gezegence bu diğer gezegenlere nasıl uyuz oluruz nasıl kapışırız diye hayaller kurup filmler çekiyoruz.
Hepimiz ‘’Şuralılar söyle sinir buralılar böyle gıcık ben şuralıyım şuralılar biraz iyide buradakiler biraz bilmem ne’’ demiştir diyor. Kendini diğerinden ayrıştıracak bir uyuz olma sebebi buluyor. Trafik plakasını buçukluyor, renklerini değiştiriyor. İllaki bir şeyini eleştiriyor. İlk yerleşikten son yerleşiğe kafamıza yerleşen aslında tahammülsüzlük.