Gece vakti çiçek isminden bir ada da yalnız, masum bir bekleyiş içinde, yetmiş yaşın yorgunluğu hayatın ezik yıllarının anıları ile müstakil hayaller kurarken, müstakil küçücük bir evin tek kanat penceresinin önünde bir bacağı çıkmaya meyil etmiş eskitme bir iskemle üstünde otururken. Taş evlerden kurulu bir mahallenin dar bir sokağında gözlerimi pencerenin önüne belediyenin yığdığı mıcırlara dikmiş, hafif yaz esintisinin kaldırdığı tozları izliyorum. Hava serindir diye düşünüyorum. Gündüz güneşinin kavurduğu damsız bir evde kaynama noktasını bekliyorum. Bir insan karaltısı sokakta büyüyor. Her adımda ezdiği küçük kum taneleri ahenkle hışırdıyor.
Kafamı öne eğiyorum. Pervazdan aşağı doğru inen bir karıncayı takip ederken gözlerim aklımdan geçiyor. Ne yollar gördüm, ne sokaklarda buldum canımı, hangi kumsallarda ayağımı kesti midyeler? Hangi meydanlarda bastılar üstüne ülkülerimin. Şimdi gözümün önünde sallanıyor ibretlerim. Bir köpek uluyor uzakta, bir başkası havlıyor gecenin sözünü kesiyor. Karşılıklı bir anlaşma bu bir fikrin yaygınlaşması köpek ideasında. Her şey anlaşıyor da bir insanlık anlaşamıyor dünyada. Özümdeki karmaşayla hayalleniyorum bir süre insani alışkanlıklarım bastırana dek.
Ilgıt ılgıt terliyorum rutubet bunalmışlığında, çok susadım. Mutfağa gitmeye yeltenecekken sineklikten sızıyor tozlu rüzgar içeriye. Terli vücuduma balçık kıvamında bir serinlik düşüyor bir anlıkta olsa. Kalkmaya teşebbüs etmiyorum. Ağzımda biriktirdiğim tükürüğümle boğazımı ıslatarak tekrar dinlemeye koyuluyorum sokağı. Bir gece gezmesinin artığı bir ailenin ayak makamı. Son dublesi fazladan gelmiş bir adam gölgesi. Kucağında bir çocuk elinden tutan bir başkası. Dik durmaya çalışan bir aile babasının son direnişi. Arkadan gelen bozuk satıhta yürümeye çalışan bir apartman topuğun inşaat kalıbı çakar gibi sert vuruşları.
-Anne çişim var!
-Babanın elinden sıkı tut bakalım şimdi geldik eve sık dişini.
Geçip giderlerken evin önünden adamın burnundan çıkamayan sözleri dilinde ezilmekte. Bir akşam gezmesinin uzun süren okey partisinden kalan lakırdılar dilinde. Çekiştirirken elindeki çocuk sağa sola diğerinin akıbeti bağırsak düğümlenmesi. Yazlıkçı olsa gerek bunlar. Sakağın sonundaki pansiyona verilen evin kapısının gıcırtısında sonlanıyor söylenişleri. Köpekler susuyor onlarda geceyi dinlemekte.
Dargın yüreğim sorgularken bu keşfettiğim sesleri düşünüyorum da benim evladım şimdi nerede? Canım ciğerim dediğim hoyrat parçam. Çekinmezdi sokak aralarında. Gizli gizli girip bazı köşe başlarına, bazı çıkmazlarda yanımda hem güvenle hem keyifle işerdi tenha karanlıklara.
-Destur demeden bırakma!
Derdim çişini… Sorardı ne demek diye de bilemezdim ki cevap vereyim. Bir gören olsa kıkırdaya kıkırdaya kaçardık olay mahallinden. Yeteri kadar uzaklaştığımızda çekerken fermuarını bakardım gözlerindeki parlak buluta. Nefes nefese kalmış bir muzipliğin heyecanı arkamızda.
Dışarıdan duyduğum yeni sesler yeniden toparlıyor zihnimi. Dışarıdan gelen sesler bir kedi gibi dikkat kesiyor. Kulaklarımı anten gibi oynatıyormuş gibi hissediyorum kendimi sonra iyice konsantre olup dinlemeye koyuluyorum. Kısık kısık söylenen iltifatlar takılıyor kulağıma. Kız belli ki oğlana çok aşık adımlarına dikkat etmiyor, oğlanın yüzüne bakıyor aksak yürüyüşünden çıkarıyorum. Çocuk fırsatçı tenha sokağı bulunca sıkıştırmaya başlıyor kızı. Kız hoşnut ama utangaç anladığım kadarıyla. Düşük sesle yapılan sohbet bir öpücükle kesiliyor. Kız iteliyor oğlanı yarı mutlu yarı utanmış sokağı karanlığına karışıyorlar.
Hatıralar ısırıyor bu çok sesli akşam yalnızlığında. Susuzluğum çok derinleşti gırtlağım kuru tarlalara döndü. Rüzgârda eskisi kadar hafifletmiyor bunaltımı. Dudaklarımı yalarken ıslaklığında eski öpüşmelerin izi çıktı. Zoraki alınan izinlerle çıktığımız akşam gezmelerinde bende sıkıştırırdım hanımı apartman girişlerinde. Öyle tavlamıştım ki hanımı bir şey diyemezdi. Kıpkırmızı kaçardı hep ayrılık vakitlerinde. Bende babasından çok korkardım ama tutamazdım kendimi. Bir gün ayrılıyorduk neredeyse, kızgınlıkla ettiği bedduada dudaklarını haram etmişti bana. Üç hafta yalvarmıştım da ancak aramızı düzeltebilmiştim. Sonra onu uzun süre öpmeme izin vermemiş bir kış günü kendiliğinden çekmişti beni vapurun en arkasına. Soğuk delicesine yüzümüzü yalarken için için öpmüştü beni. Üşümek bir yana hararetim ancak bu günkü gibi kurutmuştu boğazımı sadece serin bir iz kalmıştı dudaklarımda. Şimdi o ıslaklık o ana dair her şeyi yeniden canlandırıyor ruhumda. Gecenin sesi bıraksa gideceğim mutfağa.
Oldukça uzaktan bir silah sesi yine durduruyor beni kalkmaya çalıştığım yerde. Av mevsimi de değil ama. Bir kaçışın daha sonu geldi. Bir baykuşun guguk sesiyle başladı yine her şey şefin işareti gibi. Doğanın senfonisi başlıyor yeniden. En büyük filarmoni orkestralarını kıskandıracak birçok seslilik ve ahenk içindeler bu gece. Avcılığın spor olduğu bir dünya ne acı. İlk insanın hayatta kalma çabası avcılığı yüceltebilirdi aslında. Zevk almaya ne zaman başladı insan öldürmekten? ‘’Tüfek icat oldu mertlik bozuldu’’ dediğinde dedem tam anlayamamıştım sözlerini. Arkadaşlarının bir av sonrası getirdiği çullukları reddetmişti küfür kıyamet. Allah onlara da silah versin o zaman görürsünüz demişti. Boynu bükük sallanan kuşlara bakakalmış saatlerce ağlamıştım ardından. Ninem teselli etmek için ne yaptıysa olmamıştı. Evin damından kalkan bir baykuşun sesinden iyice korkmuş saklanmıştım eteklerine. Baykuş sesleri çocukken de ürkütürdü beni. Ninemin kısık sesle okuduğu duaları tam anlayamasam da ‘’baykuş bir dama kondu mu hiç iyi gelmez.’’ dediğini hatırlıyorum. Ninem haklı mıydı bilmiyorum? Taş atıp kovalarken baykuşları yine dedem kızmıştı bir keresinde. ‘’Hani sen geçen kuşlara ağlıyordun?’’ Onlar uğursuz demeye çalışırken eliyle susturmuştu beni. ‘’O da kuş bu da kuş. O da can bu da can’’ demişti. Özlemi içime doldu büyüdüğüm yörelerin. Ben dedem yaşına gelir miyim diye hiç düşünmemiştim. Şimdi üç aşağı beş yukarı aynı yaşlardayım ve hala içime sindiremedim avlananı ve en sevdiğim hayvanlar hep kuşlar oldu.
Karşıki evden bir telefon sesi duyulunca ilgimi hemen karşı evin penceresine yöneltiyorum. Belli belirsiz bir karaltı ayaklanırken bu ‘’saatte kim ola’’ diye benimde içime bir kurt düşüyor. Kötü bir haberi vermese bu telefon hiç değilse komşunun bölünen uykusuna malolur. Işığın yanması ile açılan telefondan bir iki boğuk cümleden sonra ayrılıyor ayaklanan. Işığı kapatıyor ve karaltıya yeniden uzatıyor bedenini. Gözümü evdeki telefona çeviriyorum ne zamandır çalmıyor. Yanlış numarayı arayanlar bile denk düşmüyor uzun zamandır. Yalnızlığımın hüznü ile kederlenince içeceğim suyu da unutup uykuya dalıyorum oturduğum yerde. Belki bir taze mezar girer rüyama ve sevdiklerim bekler başında.
Yüksek sesten bir itirazla dönmeyen dilinden sözcükleri de tükürükleri de saçıyor bir tanesi. Bir sağından bir solunda düzeltiyorlar yolu. Keyifleri ne âlemde belirsiz ancak biri cilaya gidelim diye haykırıyor son demlerinde. Öteki yeter diye çabalıyor. Sarhoş günlerim geliyor hizaya. Ne içerdik dostlarla… Bazen tabaktaki mezeyle avuturduk kendimizi, bazen Halil İbrahim sofrasına açardık şişeyi. Kimse sormazdı günah mı değil mi? Soba sıcağında meyhane halkasına zincir olurduk. Musiki daha çok kırardı kafamızı. Muhabbet yorgunu düşsek yinede sevdamıza kaldırırdık kadehleri sevdiceğimle. Nerde dostlarım, nerde sevdiklerim, neden yıkıldı o meyhaneler üzerime?
Nihayet dayanılmaz hale gelen susuzluğum beni daha takatsiz kılmadan oturduğun iskemleden karşımda duran hem nefretim, hem esaretim, hem de özgürlüğüm olan tekerlekli sandalyeye geçmeye yelteniyorum. Zorda olsa kendimi atıyorum üzerine. Her yerine gidebileyim diye çok az mobilya koyduğum bu eve gelmeden önce ‘’ne kadar çok mobilya var!’’ diye şikâyet ettiğim günler geliyor aklıma. Ne çok söylenirdim hanıma. Tam mutfağa hareket edecekken Acı bir fren! Beni delicesine dehşete düşüren. Beni bir kabristandan diğerine kovalayan.
Karınca yuvalarına dahi saklansam bulup yerimden çıkaran. Umutlarımı dağlayan o ses. En son ne zaman duymuştum bu sesi? Yok hatırlamak istemiyorum. Beni oğlumdan, beni karımdan, beni şu boşlukta öylece sallanan bacaklarımdan eden o ses. Avuçlarım terliyor her seferinde kayıyor ellerim şimdi ayaklarım olan bu tekerleklerden. Beziyorum binlerce güzellikten. Kafam önüme düşüyor. Bir gözyaşım iki dudağımın arasına sıkışıyor. Diyorum senin hakkın bu ağlama. Gece sesini kesiyor. Köpekler susuyor. Baykuş benim çatımdaymış meğer yıllardır. Anlıyorum yinede ağlıyorum, yıllar önce beni benden alıp ta ruhumu bedenimden almayanı bekliyorum. Çaresizlik başa bela yerimden oynasam neye fayda bundan sonra? Kim varsa etrafımda bir başka tarafa iten, herkesi bezdirip irtibatı kesen ben değimliyim. Teselliler gereksiz kimse bilmese de ben bilirim yaptığım hatayı. Belli bir süre sonra yatışıyorum.
Şimdi gidip iki yudum su içsem mi? Sonra yine derdime dönsem mi?