Terk ediyorum burayı! Sizleri zaten çoktan terk etmiş insafınız. Yozluğunuzdan bir habersiniz ve sadece kendinize imanınız. Hep ağızınızda imtihanınız. Görüyorum ki kalmamış hiç izanınız. Terk ediyorum burayı! Biliyorum umurunuzda olmayacak. Becerebildiğim şey sadece ah etmek. Günahtan korkanları günahlarıyla terk etmek…
Ajitasyon mu? Bazıları bu kelimenin ne anlama geldiğini bilmez ajite olmuş hayatlarını çekerken. Onlara bakar diğerleri, ötekileştirdiklerine bakar ve hisleştirirler bu kavramı.
Deli Tekin’in deliliği lakap değil sakin bir kasabanın kirli geçmişinden kaynaklı bir varoluş biçimi. Tekin dediğin, tekinsiz bir sahil kasabasında sokakta yaşayan iyiyle kötünün mücadelesinden arta kalanlarla hayata tutunan bir garip meczup. Alkole merakı ilk başlarda üşümekten şimdilerde ise dönülmez bir bağımlılıktan muhtemelen. Onun dilendiğini düşünmez kimse yanına geldiğinde. Çocukça bir tavırla ‘’Harçlık vaaamı harçlık ?’’ demesiyle kopartır birkaç kuruş. Acıma duygusuna karışık sadaka mahiyetinde verende olur, kibirli bir bilmişlikle inancına dem vurup ‘’Bak içmeyeceksin!’’ diyerek verende. Din nedir çok bilir mi bu delirmiş gariban bilemem? Ancak işini görmek için herkese eyvallah edecek kadar kaşarlanmış vaziyette. Bir de en aşağılayıcı biçimde eşcinsel taklidi yaptırmak için ‘’ Ay kız Tekiiiin sen parayla ne yapcan ayol.’’ ve minvalinde cümleler. Bu davranışlara alışmış ve onları güldürdüğünü sanarak, hem de bir menfaat emaresiyle bu hareketlere bet bir karşılık veren Tekin ‘’Napçam kııız bişeyler alacam.’’ Der saçma sapan tiz bir gülüşle birlikte kırık bir yön verdiği elini hızla sallayıp bir an önce parayı bekler.
Bunun kötü bir şakalaşma olduğundan ne kadar haberdar olduğunu anlayamadığım Tekin bir yana, erkekliği mensup olduğu türün sadece bir cinsi olmaktan çok daha anlamlı sanan insanların varlığını görme sebebidir bu günlük hareketler. İçinde olduğum topluluğun mizah anlayışını anlamaya çalışmak, ancak kendi ihtiyaçlarını giderebilecek düzeyde bir çocuk masumluğunda ortalarda gezinen bir meczuba yaklaşım tarzı da beni oldukça zorlar halde.
Eskiden çıkartma bölgesi ilan edilmiş dört yanı paslanmış tel örgülerle çevrili askeriyenin terk ettiği bir tepede kazılmış bir siper çukuruna, gazeteleri kumaş kırpıntılarını doldurup üstüne birkaç ondülin atınca bir yuva yapmış kendine. Ara sıra kalacak yer gösterenler olsa da dinlememiş orada kalmaya devam etmekte. Eskimiş kıyafetlerini verenler var aslında ama o her daim aynı kıyafetle gezmekte. Hep soracak olurum aslında Tekin’i bu hale getiren ne? Doğuştan bir hastalık mı ya da başına gelip taşıyamadığı hadise ne? Ailesi var mı, varsa nerede?
Bu düşünceli bakışlarımı fark etmiş olsa gerek kasabada ki kahvehanelerden birini işleten, şurup gibi çayını sabahları içmekten zevk aldığım pekte konuşurken görmediğim İsmail dayı bir sabah yanaştı ve ortada gezinen Tekin’e bakarak anlattı bildiği kadarıyla Tekine olanları. Kirli geçmiş dememe sebep olanda bulunduğum yere iyiden iyiye kızgınlığımı arttıranda o sabah çayını içerken duyduklarım olmuştur.
Bilinen tek şey Tekin’in babasının küçük yaşta öldüğü. Neden öldüğünü sorgulamamışlar. Aslında ailesi topraktan zengin, babası ölen Tekin’in küçüklüğünde ki yoksunlukları bu toprakları işleyememekten gelmiş. Anası bir küçük Tekin ve bir kız bebekle ortada kalmış, ne aileden ne efrattan el uzatan görmemiş. Demelerine göre Tekin’in babasına kaçan kızını dedesi hiç affetmemiş elini eteğini kızının üzerinden çekmiş kaderine terk etmiş. Tekin çocukken son derece normalmiş. Ta ki kardeşinin karısına mirası toprakları satıp göç kararı veren annesi amcasının hırsına kurban gidene kadar. Önce yengesini hiç bir şey almadan gidebileceğini söylemiş amca, azıcık direnmeye kalkan kadına sonra bin bir yalan iftira. Üzerine yapışan yaftalardan sokağa bile çıkamayan kadının evine girmiş bir gün. Duyanlar bir iki çığlık duymuş sadece görenler yüzüne elini bastırmış bir karaltı. Ertesi bir kaç gün sessiz…
Muhtar kalkıp gitmiş Tekinlerin evine camdan süzmüş içeriyi. Tekin yerde yatar. Dayanmış jandarma ile kapıya içeride başı taşla ezilmiş bir bebek bir çocuk. Kesilmiş bilekleri kadının her yanı morluk içinde. Sonra amca itiraf etmiş tecavüz edişini ama nafile. Şahit bile çıkmamış olan bitene. Şahit olan bir yara izi tecavüzcünün yüzünde. Olan olmuş geçen geçmiş o yüzden koparabildikleri ellerinde. Anne dayanamamış bu aşağılık girişime son vermek istemiş bu hayat biçimine. Hayatta kalmak bir şans denir çoğu zaman, annesine tecavüz edilmesine şahit olan Tekin ölememiş şanslı bir şanssızlıkla. Kim tedavi etmiş o sıralar neredeymiş bilen pek yok bir kaç zaman gören olmamış Tekin’i. Dedesi evine almayınca o evde büyütmüş artık aklı yarım Tekin’i nenesi. Gençliğe yüz tuttuğunda o da göçüp gitmiş yanından. O günden sonra böyle dolanır olmuş etrafta kim ne verirse onu yer kim nereye çekerse oraya gider olmuş. Geceleri o tepeden geçerken İsmail dayı Tekin’in çığlıklarına koşmuş birkaç sefer. Kendi kendine diyor her halde çocuğun kâbusları o günlerden eser.
Üşüdüm… Battaniyeden medet ummaktayım. Bir kalorifer peteğine dayarken sırtımı seni anmaktayım. Oda sıcaklığında avuçlarımın arasında ki kahve. Ayağıma bir çorap çeksem belki faydası olacak. Tüm dünyaya senin üzerinden çare aramaktayım. Sulanmış burnumu çekerken pişmanlık doluyor zihnim. Cahillik yetmez pervasızlığı tanımlamaya. Hani insan sadece kötü veya sadece iyi olamazdı? Bu kokuşmuş zihinleri kim ortaya çıkardı?
Kalbim iyice kararmış ve kendimi verdiğim melankoliye hapsolmuş biçimde iyice takibe alıyorum Tekin’i. Bir iki sohbet etme girişimim oluyor fakat o artık geri dönülmez bir zeka dehlizinin içinde kaybolmuş durumda. Benim ona olan ilgim ise homofobik şakaların sahiplerinin pek bir ilgisini çekiyor. Kendi araların beni gördüklerinde fısır fısır konuşmalar seziyorum pek anlam veremesem de. Onun hikâyesini dinledikten sonra yaşadığım acıma duygum tüm bedenimi kaplıyor. Dünyanın acımasızlığına olan sabrım daha bir azalmış biçimde hem ona ara sıra bir içki ısmarlıyor hem kendim çokça içiyorum o dönemde. Başka yerlerde başka insanların dramlarına takıyorum kafayı Tekin üzerinden bir yorgunluk bir başkalaşma çöküyor üzerime. Sorguluyorum ve dert dolu vazifeler alıyorum nedensizce.
Bir gece acıkıp bir yarım ekmek doldururken kendime yine aklıma geliyor Tekin. Bir yarım daha hazırlayıp kaldığı tepeye doğru gidiyorum birlikte yeriz diye. Vicdanımı susturmanın yollarını arıyorum. Nefes nefese çıktıktan sonra bakıyorum kuyusunda yok Tekin. Sesleniyorum karanlığa birkaç kez. E delidir ne yapsa yeridir diye geçirip içimden dönmeye karar veriyorum. Dönüş yolunda artık iyice hazzetmediğim topluluğun üyelerinden biri kafası iyice güzelken çıkıyor karşıma.
-Sende mi alıştın moruk bizim kıza? Belliydi etrafında dönmenden. Teknededir şimdi o sıranı beklersen alırsın payını. Yalnız öyle bi yarım ekmekle olmaaaaz.
Anlamamazlığa vurup eve gitmek sığmıyor kalbime. Kafamda oluşan sahneler sinirimi iyice köpürtüyor. Bir hışımla herife çarpıp sahile doğru koşmaya başlıyorum. Teknelerin sırasında sahil boyu bir ileri bir geri birkaç tur… Sonunda bir ses çalınıyor kulağıma ağır bir duman kokusu burnumda. Anlaşılmaz konuşmalar gülüşmeler arasında bir ağlama için için ve de hıçkıra hıçkıra.
- Yapma yapmaa! Annecim yapmayın yapmayın!
- Kııız bak yarın aç kalmayacan şarabında olacak sık dişini işte.
Tanıyorum Tekin bu, salyalarını toparlayamayan ağızlardan çıkan gülüşler arasında delicesine ağlıyor inliyor. Delicesine… Delirmeyi şaka zanneden delirmeye meraklı bir topluluğun içinde. Bağırarak atlıyorum tekneye. Farkında olduğum sahne gözlerimin önünde. Boğazına kadar pisliğe batmış bir nefsin doğurdu pis nefisli çocukların tecavüzü karşılıyor beni. Erkekliğinden medet uman nerede bir eşcinsel görse aşağılayan, gaylerden tiksinen, gördüğünde şiddete meyil edenler iş başında. Hırsla ve hunharca yükleniyorlar Tekin’e göğsüm haşyetten çatlamak üzere.
-Sıranı bekle lan! Görüyoruz birkaç gündür sende niyetlisin?
Sinirden elim ayağım boşalmış saldırıyorum birine. Ani bir arbede derken son hatırladığım bir balıkçı küreğinden kendimi sakınmaya çalıştığım. Hastanede birkaç gün yetiyor bedenimdeki yaraların iyileşmesine ancak ruhum insanlara doldurduğum kin ve nefretin esaretinde artık.
Karanlık… El yordamıyla dahi ilerlemek mümkün değil. Ölümü hissetmek bile bu kadar ürkütücü olmamıştır. Her saniye daha ürkütücü, daha korkunç yaşamak. Attığın çığlıkları sanki dehlizler yutuyor hiç yankılanmıyor. Halen hayatta olduğunu anımsayabilmek için gözlerin sınırlarını zorluyor. Küçücük bir ışık huzmesini yakalamak yeniden doğmak kadar mutluluk verici olacak belki. Ya da zaten yorulmuş olan kalbine daha çok korku salacak dehşet verici şeyleri gösterecek.
Bazen görememek, çözememek her şeyin farkında olmaktan daha huzur verici. Artık zaman ses veriyor sanki. Saatin tik takları gibi her aldığın soluk. Öyle korkutucu ki hissiyatın aldığın nefesi bırakmayı unutacak kadar çok hormon geziyor damarlarında. Attığın her adım, sendeleyerek kat tetiğin her santimetre, kilometreler boyunca üzerine yüklü onlarca kilo ağırlık taşımış kadar yoruyor. En kötüsü ise çıkış umudun giderek azalıyor bu muammadan. Umut tükenince hayat tükeniyor.
Yalnızsın… Hiç olmak istemediğin kadar… Daha bir inanmak istiyorsun yaratanın varlığına. Dualar sığınacak tek silahın olmuş. Bedenini kaplayan fırtına öylesine sert ki… Dilin dolanıyor, sözler geride kalıyor akla gelse dile gelmiyor. Feryat figan sarılıyorsun hayata. Elin kolun birbirine dolanmış. Ilgıt ılgıt terler boşanıyor tüm gözeneklerinden. Dünya üzerindeki bütün sıkıntılar aynı anda aynı yerde, bir insan evladının görüp görebileceği tüm zorluklar sanki senin üzerinde. Yokluyorsun kendini, varlığın her zamanki gibi sinir uçlarının aldatıcılığında beliriyor. Sanki başkası dokunuyor tenine ilk defa bu kadar yakından fark ediyordun bedenini. O an gerçekten var olduğuna şükretmekle hiç olmamayı tercih etmek arasında bir sırat köprüsündesin. Uğruna savaş verdiğin, inandığın her şey yalan olsa, aslında var olduğunu zannettiğin ancak aklınla ve iradenle bir yerlere oturttuğun ne varsa aslında var olmasa ne iyi olurdu diye düşünüyorsun. Düşünce, bilinç bunları zaten o ilahi güç hissettirmiyor mu? Yoksa hissettirmiyor mu?
Duygular…Tüm suç onlarda, her şeyin ana fikri onlarda saklı ve senide bu noktaya getirende onlar. Yaşanılanlara verdiğin tepkiler artık saniye saniye sona geldiğini hissediyorsun bu ağır travmanın bir bitişi olmalı. Hayırlı ya da değil sonuçlarına katlanmanın kolay bir yolu olmalı. Böyle acı çekmek, çıkış yolu aramak ve en kötüsü kesin ve net bir şekilde bu çaresizlikte kaybolmak daha kötü. Bütün bu psikolojik durumdan, bu karanlık ahvalden bir kaçış yolu olmalı. İnsanı, o karanlık gecenin bütün sislerini ve ruhani yorgunluğunu aniden kaldıran, gün ışığının habercisi olan bir kuş şafaktan önceki bir kuş sesine kavuşmuş kadar etkileyecek bir çıkış yolu. Her şeyi gösterecek ama gözlerini kamaştırmayacak bir ışık, bir annenin kucağında ki evladına şefkatle sarılması kadar güven ve huzur verecek bir mucize. Bu mucizeye olan öylesine bir inanç duymalı ki gerçekleşeceği ana kadar olan savaşma gücü bulmalı. Yeniden silkinip karanlıktan aydınlığa, yalnızlıktan yeni paylaşımlara, buhranlardan kendi ayakları üzerinde duran karakterli bir insana götürecek bir mucize. Bu mucizenin temel taşı duygularında saklı aslında. Olan biten her şey düşüncede, kendi mecaz âlemin de sarılmıştı başına ve tüm zorluklar hissettiklerinin sonuçlarıydı.
Evde birkaç alkollü gecenin ardından çay içmeye gidiyorum kahvehaneye. Dudağımdaki kuru yarıktan sızlata sızlata çayı içmeye çalışırken Tekin geçiyor önümden. Bakıyor yüzüme. Gülümsüyor boş ver dercesine. Kocaman bir düğüm kilitleniyor boğazımda gözyaşlarıma hakim olamıyorum. Yine şahit yok. Kimsenin kimseden şikâyeti yok. İsmail abi elini omzuma yaslıyor. ’’Allah’tan ümit kesilmez.’’ Diyor. Tekin bir iki adım koşup hiçbir şey olmamış gibi sabah sokağı süpüren çöpçüye doğru bağırıyor. ’’Harçlı vaaamı harçlık?’’ Çöpçü ‘’Sen akşam yolunu bulmuşundur.’’ deyip savıyor başından pis bir gülüşle. Tekin Sahile doğru kayboluyor. O sabah çay parasını almıyor İsmail abi benden. İç çekerek bana…
-O evden çık gardaş, o ev seni boğdu. Tekin’in anası ve bacısı o evde can verdi. Bilmiyordun belli ki. Ödediğin kira Tekin’in amcasına gidiyor. Sen o evde durma.
Ayak tırnağımda saç telime kadar azap dolaşıyor bedenimde. Her şeyi sorgularken nerede yaşadığımı sorgulayamaz hale gelmişim. Koşarak dalıyorum eve oraya ait ne varsa orada bırakıp küçük bir çanta yapıyorum. Göz göze dahi gelemem artık burada yaşayan kimseyle. Ayağımdaki tozu dahi yıkayacağım gittiğim yerde. Son defa İsmail’in kahvehanesine uğruyorum.
-Ben gidiyorum abi bir daha dönmem. Gittiğim yerde deliremezsem. Bir daha dönmem.
Terk ediyorum burayı! Gücüm yok sizleri yok etmeye ya da bütün kötülerle baş etmeye. Cesaretim yok kendimi öldürmeye. Zayıfım ben duygularım hükmediyor vicdanıma. Nasıl yaşıyorsunuz anlayamadım. Anlamaya da meylim yok zaten. Bir deliyi düşlerim bazı zamanlar. Ona Anlatırım kendi kendime konuşurken. Kader yolumdan geçerken bir çizgi çektin kalbime. Islak yaralar geç kapanır. Ama kapanır diye geçirdim içinden. Yaranın izini de silemezsin ya geçse de… Anladım senin gibi olamayacağım, insafsızların arasında. İnsan denen yaratılmışların şerri sığındıkça artacak. Kendi dehlizimi aramak için terk ediyorum burayı!