1970’lerin Bursa’sın da küçük üç kız kardeşin evinin kapısını bir deli zorluyordu. Müstakil evlerden oluşan, yeşil bir kırsal mahallede ne yapacağını bilmez halde çığlık çığlığa evinde saklanıyordu minikler. Sen o korkuyu bana sor! Diyordu yıllar sonra o üç küçükten biri olan annem. Bahsettiği ise deli korkusuydu. Sokak hayvanlarıyla delilere insanımızın acı bir ortak bakışı var üzücü olsa da. Aslında temel bir ne yapacağı kestirilemezlik korkusu bu. Deli Ayten ise aslında genel olarak saldırgan olmayan bir deliydi. Genel sorunlarının üzerinde yarattığı baskının haricinde en çok çektiği çocuklardı Ayten’in. Saldırganlıktan çok kendini savunma mekanizasıydı zaman zaman yaptığı aşırıllıkları. Çocuklar bazen eteklerini çekiyor tepki verince taşlayana kadar eziyet edebiliyordu şehrin sokaklarında.
Asıl adı Ayten Şenaşık olan 1935 yılında Bursa’nın Yıldırım ilçesinin Kız Yakup mahallesinde (Kamberlik) doğan Ayten’in doğup büyüdüğü mahalleye vefatından sonra heykelini dahi diktirecek özel bir yaşam öyküsü vardır tüm çektiği acılarına rağmen. Yeni kurulmuş bir Cumhuriyetin kendini var etmeye çalıştığı yıllarda her dönem zorluğun pençesinde olan bir roman kızı olarak doğdu Ayten. Bursa yerel halk tabirinde ‘’eserekli’’ diye bir kavram vardır. Tam olarak ne yapacağı belli olmayan gel git davranış biçimleri olana denir. Aslında Ayten’in akli melekelerini yerinden oynatan üç dört yaşlarında geçirdiği menenjit ve sonrasında iyi bakılamamış çocukluk döneminde gizlidir. Zamanla etkilerinin azaldığı söylense de Ayten bildiğin esereklidir işte.
Bugün dahi Roman soyluların en büyük sorunlarından biri olan çocuk yaşta evlilik kavramı o yıllarda da yerini korumaktadır.14 yaşlarına geldiğinde Ayten mahallesinin delikanlılarından Hasan Bayındır (cümbüş Hasan)’a sevdalanır. Hasan tabiri yerinde Cümbüş çalan bir müzisyen sabit geliri olmayan ve malum yaşadıkları bölgenin garabetinden çokça etkilenmiş alkolik bir gençtir ama o da sever Ayten’i aslında. Çaresizliğin tadını iyi bilen annesi ve ailesi rıza getirmez bu evliliğe gel zaman git zaman aşkının etkisi ve kavuşma azmiyle iyice bastıran Ayten çevrenin hem bezmesi hem de dönemin yeşilçam filmlerine atfen ‘’sevdiğiyle evlenmezse ölecek hastası olur’’ ve ikna eder herkesi. Roman destanı gibi bir düğünle Cümbüş Hasana varır. Tabi evlilik yoksulluğun çaresi değildir 1950’lerin global dünya krizi ve kuruluşunun ilk yıllarında Mustafa Kemal’le yakaladığı gelişim ve büyüme hızından geri kalmış Türkiye şartlarında; her dönem ötekileştirmenin ön yüzü olan romanlar çaresizlik vesikalarını boyunlarında taşır.
Hasan yavaş yavaş meyhanelere evden daha fazla gider ve yoksulluğun ezginliğini sırtında taşıyamaz olmuştur. Sonrasında alkolizmin pençesindeki Hasan; evi tamamen terk etmiş bakımsızlığın etkisi ve net olmayan bazı sebeplerle hayatını kaybetmiştir. Hasan’a gönülden sevdalı Ayten bir dargın bir barışık geçen evliliğine rağmen Hasanın ölmesiyle tamamen aklını yitirmiş Hasanın ölümün kabullenemeyip Bursa sokaklarında onu aramaya başlamıştır. Üzerinde beyaz elbisesi, kolunda içleri genellikle taş dolu birbirinden renkli çantalar, Hasan’dan yadigar bir asma davul ve cümbüş…
Her sabah mesaisine sadık bir biçimde Bursa kapalı çarşıya iner esnaf ikramlarının kabulünün ardından tüm gün Bursa’yı gezer ve yine aynı saatte çarşıya gelip bahşişlerini toplayan Ayten hiç durmaz. Yıllarını böyle geçirir. Normalde zararsızdır Ayten. Kimseye sıkıntısı yoktur. Ancak anlayışsız lümpen davranışlarından yıllar içinde bezdiğinden tepesi atınca çantasındaki taşlardan birini kendini kızdıran işyeri sahibinin vitrinine mi indirir yoksa kafasına mı bilinmez. Korku , saygı ve sempatiyle karışık bir hayat sürer. Ramazanlarda davulculuktan da bahşiş toplar. Karşısına geçip hadi şunu yap Ayten diyenlerin alay malzemesi olup bahşişi kaptığı da olur. Her akşam rotası doğup büyüdüğü hasrete ve dehşete düştüğü mahallesindeki küçücük kulübesinde biter. Deliyi deli bilip te hiçbir şey yapmaz sanmayın. Topladığı bahşişleri mahallenin delikanlı ve çocuklarıyla paylaşır gönlü büyüklüğüne de her zaman yaparmış.
Seksenlerin sonunda bir şehir efsanesi haline gelmiş olan Ayten uzun yıllarını aynı biçimde rutinini değiştirmeden yaşamıştır. Dönemin Bursa halkı ona alışmış ve hayatının içinden dışlamamıştır. O dönemin İngilizce eğitimle yüzleşen talebeleri soğuk esprilerine dahi onu malzeme yapmış ‘’eight, nine ,ten, deli ayyyten’’ şakaları şehir jargonuna dahi yerleşmiştir. Özellikle Bursa Kapalı Çarşı ve bağlantılı Uzun çarşı eşrafı onu oldukça kollamış hayatını sürdürmesine büyük etken olmuştur. 1992 yılında günlük mesaisinden bir süre ayrı kalınca merak edilen Ayten araştırılınca evinde ölü bulunmuş. Rivayete göre kalp yetmezliğinden hayatını kaybetmiştir. Cenazesi Yine Kapalı çarşı esnafı tarafından kaldırılmış katılımcıların anlatımına göre 4000 ila 5000 kişi katılmıştır. Bursa’nın merkezi bir konumda bulunan Pınarbaşı Mezarlığına defnedilmiştir. Halk tarafından halen saygı ve tebessümle yad edilmektedir.
Ayten etrafımıza yalanla yoğrulmuş onlarca hayatın içinden deliliğiyle sıyrılmayı başarmıştır. Delilik övgüyü hak eder mi ya da delirmek kolay mıdır bilmiyorum. Ancak çocukluğumda şahsen de gördüğüm bir insanın aslında iç burkan bir hikayesi bir şehrin hikayesidir artık. Deliden korkar insanımız. Şimdilerde deliliği, anormalliği özenme konusu haline getirmiş bir dil ve anlayış oluşsa da delirmekten korkmaktadır insan için için.
Bugün günümüz rant politikalarının gölgesi düşmüş ve ederi olan her arazinin kentsel dönüşüme katıldığı bölgelerden birisi Deli Ayten’in doğup büyüdüğü mahalle. Kentsel dönüşüm bahanesiyle romanlardan alınmış yeni bir yerleşim bölgesine dönüştürülürken küçücük bir parkın ortasında hikayesini yaşatıyor bir heykelle Deli Ayten. Orada ki asıl variyetin sahiplerini temsil ederken kendi hikayesini nesilden nesile taşıyor Ayten. Öyle ki bir kırık aşk öyküsünden, bir şehir efsanesine evirilmiştir. Günümüz de müzikallere konu olacak kadar bilinir hale gelmiş olan hikayesini bir hemşerisi olarak ben de anımsatmak istedim.