Anneler günü, yaşlılar haftası, engelliler haftası gibi özel zamanlar veya manevi gün ve dönemler…
Bazen ticarileşmiş özel günleri eleştiriyoruz. Elimizdeki her mecrada sadece bir gün hatırlamayalım annelerimizi sadece bir hafta değil yaşlılarımızı her gün hatırlayalım gibi sözler yazıyoruz. Ancak bu gibi zamanlar olmasa sanki içine karışıp gittiğimiz düzende bir gün dahi durup hatırlamayacağız olup biteni ve bu insanları.
Aslında evrenimizle aynı yaşta olduğumuz gerçeğini bir kenara bırakırsak, Dünya zamanına göre hangi yaşta olduğumuz daha güncel bir problem haline geliyor. Kadınların yaş takıntısı, erkeklerin orta yaş bunalımları makro evren parametrelerine göre düşündüğümüzde komik küçüklükte birer zaman parçası haline geliyor. Şuurlu bir biçimde hatırladığımız yaşlar başladıktan itibaren yaşadığımız binlerce deneyim ömrümüzün karakterini ortaya çıkartıyor. Yaşadığımız deneyimlerin toplamından oluşan birikimimizin bir başka insana faydası olması oranında ise ömrümüzü boşa mı yoksa gerçekten özenli ve doğrumu yaşadığımız kanaatine varıyoruz.
Her toplumda bu anlayış göreceli olsa da artık yaşlılık denen evreye geçtiğimizde elimizdeki maddi ve bilgisel metaalar bu kararın oluşmasında etkili oluyor. Dünyada hemen hemen başka hiç bir canlı kendi türünden başka bir canlıya hem doğumundan yetişmesine hem de hayatının son evresinde insanoğlu kadar ihtiyaç duymuyor. Genelde yeni doğmuş bir bebeğin ailesine ve çevresine verdiği mutluluk ve ona zarar gelmeden yetiştirme arzusu çok yüksek olduğundan bebek acziyetine karşı insanoğlu çok toleranslı. Ancak aynı tolerans bazen kendi elinizle yetiştirdiğiniz çocuklarınızdan dahi yaşlılık evresinde geri gelmiyor. Hayatta kalma iç güdümüz her yaşta çok güçlü ve bize değer verip zor günlerimizde yanımızda olan insanlar varsa direncimiz daha yüksek olabilir belki de.
Maalesef her halükarda vücudumuz bize ihanet ediyor. Beynimiz en güvendiğimiz zamanda işlem yavaşlatma eylemi yapmaya başlıyor. Eğer bir olası bir kaza, ani ve keskin bir ölüm bizi beklemiyorsa ihtiyarlık çok çeşitli sorunları beraberinde taşıyor. Bazen yaşı oldukça ilerlemiş ancak henüz ihtiyarlamamış bedenler görebiliriz pek tabii. İhtiyarlık yaşla paralel ama yaşanmışlıklarla ters orantılı bir durum genelde.
Ergen dönemlerimizde sıkça duyduğumuz ”Büyüdüğünde anlarsın” nasihatini ancak büyüdüğümüzde ve iş işten geçtiğinde anlıyoruz. Aslında hayatta olmanın ve bu durumun farkında olmanın değeri yaşımız kaç olursa olsun paha biçilemez. Hangi kariyerin sahibi olursanız olun hangi müthiş işlere imza atarsanız atın Profesörlükten, iş adamlığına, makam ve mevkii sahibi olmaktan çok popüler işler yapmaya her ne olursanız olun başa dönmek mecburi. Hayat bir ring otobüsü gibi insan bedenini aynı acziyete getiriyor. Kademe kademe geçilen bu yolda insan bedeni bir yokuşu aynı eğimde çıkıyor ve geri iniyor.
En sonunda yıllarca aştığınız bin bir zorluklar taktir edilmeyebilirken en basit insani işlerinizi yerine getirebildiğiniz için alkışlanıyorsunuz. Umarım ki her insan hem çocukluğunda hem de yaşlılığında basit işlerini kendi yapabildiği için alkışlayacak aile veya sevdikleri ile birlikte büyür ve ölür. İnsanları sadece kaybettikleri kişilerin mezarlarını ziyaret etmezler de, manevi değeri yüksek olan gün ve zamanların dışında en azından huzur evi ve çocuk yetiştirme yurtlarımızın eskiden yurdumuzda sıkça yapıldığı gibi insanlar tarafından ziyaret edilir.